20 Haziran 2009 Cumartesi

3 perdeli, tamamı renkli bir rüya

1. perde
Fırtınaya hazırlanan sessiz bir hava.
teknelerin denize açılmaları yasaklanmış. bir şekilde yetkiliyim ve gözetleme kulesindeyim. Bir balıkçı teknesinin denize açıldığını görüyorum ve limandaki görevlileri uyarıp geri döndürmelerini sağlıyorum.
Az sonra limandayım, denize açılmaya çalışan teknenin kaptanı bana balığa çıkmak zorunda olduklarını anlatıyor. Ben de risklerden ve kurallardan bahsediyorum. O da bir çok teknenin bir şekilde balığa çıktığından, kendisine haksızlık yapıldığından behsediyor.
Sohbet bir şekilde denize açılmanın güzelliğine geliyor. Ben, denizin ortasında bir rakı balık sefası yapmanın güzel olabileceğinden bahsediyorum. Kaptan seviniyor ve teknesinde piyasaya yeni çıkan bir rakının olduğunu söylüyor.
Sonra limanın arkasında çoğu olta ve yem satan dükkanlara yöneliyoruz. Kaptan olta seçiyor. Balıkçı teknesinin kaptanı neden misina ve olta seçiyor anlamıyorum ama yine de sormuyorum. Adını hatırlayamadığım bir balık için hazırlanmış oltayı arıyor. Misinanın ucuna takılı birden çok kancadan oluşan bir oltayı beğeniyor. Üzerindeki fiyatın 50 milyon olduğunu görüyor, pahalılığına şaşırıyorum.
Kaptan, oltanın ucundaki kancayı eline alarak para ödemeden dükkandan çıkıyor, karşı aralıktaki sokak dönercisine gidiyor ve kancayı dönere fırlatıp çekmeye başlıyor. Dönerden bir iki parça geliyor. Kopup yere düşen bir parçayı ise oradaki şirin yavru kedi yiyor. Sonrasını çok iyi hatırlamıyorum ama muhtemelen denize açılıyoruz.

2. perde

Gözümü depremle açıyorum, korkuyla. Korkunun ilk aklıma getirdiği şey cebimdeki telefonu çıkarıp eşimi aramak. O sırada muhtemelen bir adanın kumsalında olduğumu ve yalnız olmadığımı, yüzlerce insanın panik halinde koşuşturduğunu görüyorum. Çalan telefona eşim yanıt veriyor.
-Deprem oldu iyi misin ?
Bir şeyler söylüyor ama anlamıyorum. O da beni duymuyor sanki. Ağzında bir şeyler geveliyor. Ben tekrar tekrar bağırarak soruyorum
-İyi misin. Alo iyi misin. Alo duyuyo musun ?
Şiddetli korkunun çocuklaştırdığı bir sesle ne dediğini tam anlayamasam da annesinde olduğunu, iyi olduğunu söylüyor. Bu beni rahatlatıyor, telefonu kapatıyorum.
Etrafa baktığımda kumsalın sol tarafından güneşin doğduğunu orta-sağ tarafta ise yarım bir gökkuşağının bulunduğunu görüyorum. O sırada tekrar buraya nasıl geldiğimi soruyorum kendime ama hafızamdan tek bir ipucu dahi gelmiyor. Etrafımdaki insanların neler konuştuğunu da anlamıyorum.
Kumsala dizili insanların üzerine güneşin doğuşunu görüp bundan çok güzel film olur diyorum.
o sırada fotoğraf makinamın yanımda olduğunu hatırlayıp fotoğraf çekmeye başlıyorum. Ama geniş açı yetersiz olduğu için bir türlü kumsalı, düzgün bir sırayla dizilmiş insanları (neden düzgün sırayla dizildiler, kim bunları yöneten, ne yapıyor bunlar) güneşi ve denizi aynı karenin içine oturtamıyorum.
Geniş açı objektifimin olmamasına küfrederek her karede birinden feragat gösterip arka arkaya basmaya başlıyorum. Yüksek bir yer buluyor, çıkıyorum. Oradan bakınca güneşin artık yükselmeye başladığı yerde, kıyıdan biraz uzakta bir dubada da insanların bulunduğunu hatta duba üzerindeki tramplemden insanların denize atladığını görüyorum. Bir adamın güneşi soluna alarak profesyonelce atlayışını çekiyorum ama lanet olası objektif tele olmayınca adamı göremiyorum bile. Üstelik kumsal yine yok.
Asıl şaşırtıcı olanla çektiklerime bakınca karşılaşıyorum. Hiçbirinin benim çektiğim şeylerle alakası yok. Gördüğüm kareler masmavi gökyüzü üzerinde şiddetli rüzgarla parçalanmış gibi duran ilginç bulut görüntüleri, bir grup insanın havuzda ya da denizde yüzerken su altından çekilmiş görüntüleri ve son karelere doğru yeni aldığım hafıza kartının arızasından kaynaklanan bozuk görüntüler.
Bu bozuk görüntüler çekeceğim görüntüleri de etkileyebilir şüphesiyle yedek olarak kullandığım eski kartı takıyorum. O kartın içinde de aynı adada gece çekildiğini düşündüğüm (tabi ki hatırlamıyorum) görüntüler var. Bir adam var biraz karayip korsanlarındaki johhny deepi anımsatıyor. Bir yağma mı, bir eylem mi ? Yüzler asık olduğu için şenlik olmadığını düşünüyorum bunun. Elinden bir şeyi fırlatmış yere ve kare kare çekilmiş fotoğrafı, elden çıkışı, havada flu şekilde süzülüşü ve yerde patlayışı. Ampul, molotof kokteyli ya da elektronik bir cihaz… Bilemiyorum.

3.perde

Fotoğraf çekmeye çalıştığım yüksek yerden bir gemiye biniyoruz. Kumsalda askeri spor düzeniyle sıralanan insanlara denize arkasını dönmüş bir kişi hareketleri gösteriyor ama herkesin yaptığını söyleyemem. Zorla yaptırılıyor sanki. Bu sırada uzun sarı saçlı bir adamın yönettiğini düşündüğüm bir grup kişi küçük bir oda büyüklüğünde kahverengi-siyah, üzerinde derin çizgiler bulunan ufo biçimli bir şeyi sürüklüyorlar denizden kumsala. Ufo düşmüş diyorlar. Depremin sorumlusu da bu ufo olabilir mi acaba. Bunun fotoğraf için müthiş bir fırsat olduğunu düşünüyorum ama oraya nedense gidemiyorum. Beni geminin içinde bir bölmeye götürüyorlar. Geminin güvertesinde yerden açılan bir kapağın altındaki penceresiz karanlık bir bölme burası. İçeride rakı şişelerini görüyorum. Johnny Deep kılıklı kişi benimle konuşan ilk kişi oluyor ve rakı şişelerini gösterip bunlardan birinin Hasan Cemal’e ait olduğunu ancak onun kendisine kalleşlik yaptığını anlatıyor. Hasan Cemal’e ne olduğunu sormuyorum. Karanlık bölmeye girip boş şişe rakılarının arasına uzanıyorum. kapak kapanıyor ve kaderime razı oluyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler