8 Kasım 2011 Salı

Patlangoç

patlama ne zaman olacak bilemiyorum.
insanlara beğendiremediğim kelimelerim cümle cümle tespihlere dizildi.
sabır tespihi bin kez dolandı boynuma, boynum büküldü.
gözlerim artık güneşin yükseldiği yöne değil battığı yere bakar oldu, kamburlaştım.
bu patlama beklentisini de artık kof bulmaya başladım.
dönüp dönüp kendimi suçlamaktan da yıldım gayrı.
'dikip suladığım özenle yetiştirdiğim bu bitkinin bu pazarda değeri yokmuş' demek bile isterdim.
Üşencimden mi bilmem ama çevremde büyütebildiğim ne bitki ne böcek var.
içimde en kötüsü bile olamamanın öfkesi, elimde bok rengi bir normallikle günlerimi geçiriyorum.
bir matematik formülünün eşittirden önceki bölümünde kendimce dört işlem yapıp duruyorum.
onu onunla çarpalım, bunu buna bölelim, bundan da çıkaralım,
veyahut hadi devrimci bişeyler yapıp hepsinin karekökünü alalım,
daha da olmadı sanayiye götürüp integralini filan aldırırız.
diyorum ya işte patlama ne zaman olacak bilemiyorum.
birilerinin benden esaslı bir patlama istediğini bilsem sonuç farklı olur muydu ?
yok suçlamayın beni yine.
patlama yapma konusunda kesin olarak istekliyim.
malıma değerini verecek bir alıcı bekliyorum.
henüz dikmediğim.
MAHLER SYMPHONY NO 5

Girizgah

Büyük bir savaş sonrası, yenenleri, yenilenleri düşünür. ne için savaşıldığını, bir duygu olarak acıyı, çığlığı, intikamı, zaferi... kılıcını sapladığı etten süzülen kanlara vereceği anlamı düşünür.
sonra biter. güneş doğar. kanın artık akmadığı, sindirilmiş duygularıyla bir barış gelir. soluk alıp verme, savaş öncesindeki gibi olağan haline döner. tinler yorulmuştur. kazanan da yorulmuştur.
sonraki savaşa kadar herşey bu durumu korumak üzerine gelişecektir. toprak yeşerecek, bitkiler başlarını uzatacak, kuşların, arıların, kuzuların gürültüleri yükselecektir göğe yeniden.

bölüm 1

silahlar kınlarına çekildiğinde diller kelimeler üretir. çokça söz yayılır yeryüzüne. bir kakafoni hali.
buzluktan indirilmiş bir et gibidir ruh, ölüm korkusundan çözüldükçe duman duman kelimelerini salar mavi gökyüzüne.
işçi sınıfının hakları, sermayeye dayalı büyüme modeli, kadına şiddet, az gelişmiş ülkelerin durumu, ekosistemin geleceği, ezilmişler, yahudiler, çingeneler, tibetliler, kızılderililer, aborjinler, kürtler...

bölüm 2


Tüm bunların ötesinde barutun içinde dahi anlamını yitirmemiş bir duman vardır. re minörden fırça darbesine, aşktan anneliğe, atomun bilinmeyen parçalarından yapay kalplere. kelimeler seviştikçe anlamlar çoğalır. kıpır kıpır oynar varoluş. sanki kanla çoğalmışlar gibidir. insan kanıyla. etle besleniyor henüz tüm varoluş. ve yeni bir şeyler arıyor, ne bitki, ne mantar, ne kıkırdak, ne mercan ne de et gibi olan. başka bir şey. elle tutulmayan gözle görülmeyen bir ana maddeye yol alıyor tüm bilinç.

bölüm 3

tüm bu savaş, barış, bilim ve evrim dönemleri içinde sabit kalanlardan sözetmek isterim. eflatun söylemişti belki size bunları bir kaç zaman önce. sizler o sözlerin kumaşını ölçüp biçip, kesip dikip çeşit çeşit giysiler düzdünüz ölümlü bedenlerinize.
üzerinize yapışıp kalan giysiler. giysi olmaktan çıkıp artık siz olan, adınızla anılan kumaş parçaları.
kitaplar yazdınız, kutsal dediniz adına, tanrılar yarattınız korkularınızdan. cevabı bulduğunuzu söylediniz. oysa erken boşaldınız.

bölüm 4

saçlarınızı okşuyorum sizlere güven vermek için. umutsuz değilsiniz. siz duyan kulaklar. yalnızca biraz konsantrasyon ve kabullenmemek hemen çanağınıza konulanı. sorgulamak, keder pahasına acı çekmek. harcamak tüm enerjinizi değersizmiş gibi. bilerek yitirmek tüm kazanımlarınızı. kafanızdaki merakla inmek merdivenlerinden karanlık bodruma. yargısız atmak adımlarınızı. saçlarınızdaki parmakları hissetmek, güven duymak, görünmeyen, duyulmayan ama hissedilene.
ve sen artık O'nun kelimelerle anlatılmasını beklemeyenlerdensin öyle değil mi ?

bölüm 5
diz çökülmemesi gerektiğini, yalnızca kelimelerin anlatmaya çalıştıklarını anlamaya çalışmayı öğütledi yardımcı. oysa kelimeler ne kadar da yanıltıcı.yine arıyorsun kıbleni 21'inci yüzyıl. bir hayalkırıklığından başka nesin.

Final

hakikatın bitmeyen bir arayış olduğunun kavratılması için aciz maymuna. savaş mı gerekir uzaylılarla. gerekirse gelsin 2012, gelsin uzaylılar...

5 Kasım 2011 Cumartesi

otobüs için altın kural: sessizce istif olunuz

-Biz arkaya ilerliyoruz, siz öne ilerliyorsunuz
geri kalmış ülkemizin gelişimine engel oluyorsunuz

bir kadın eli, otobüsün camına ulaşabilip açabilmeyi başarınca
içerideki yüzlerce burun deliği, onlarca ağız, hızla emmeye başladı taze, serin havayı.
o sırada benim küçük burnum, tahta önünde sözlüye kalkan çişi gelmiş öğrenci gibi bir o bacağını bir bu bacağını kırarak ayakta durmaya çabalayan kadının üzerindeki kabanın gardroptan yeni çıkarılmış naftalinli kokusuyla uyuşmuştu.
Kötücül hayallere dalmıştım.
Havasız naftalin kokusu gırtlağımdan içime akmaya başladığı sırada açılan pencereden gelen temiz hava bir anda kendime getirdi beni.
Aslında dünya kötü bir yer değil. sadece pencereleri biraz aralamak gerekiyor.
havasız kalmış güzel annelerin, dolapta saklanmış güzel kızlarının da biraz sevdalanması gerekiyor.
yoksa dediğim gibi, dünya kötü bir yer değil.

Vazelin

Her yeni güne vazelinle başlıyoruz
kuru götlerimizi, sistem için hazırlıyoruz
ve sistem bize her sabah
-sen de zevk alacaksın diyor
böyle diyor televizyon, böyle diyor radyo,
böyle diyor bankalar, gazeteler, öğretmenler, polisler

içimizde ibneler var
bu onların hoşuna gidiyor, zevk alıyorlar
en mutlumuz da onlar.

ama biz yaşadığımız her gün ırzımıza geçildiğini hissediyoruz
hepimiz ırzına geçilmiş babanın evlatlarıyız

Çiğköfte adam

plastik ızgaraların arasından süzülüp salona giren ışık,
bir işyeri ciddiyetiyle
kimselere selam vermeden lamine masaların arasında ilerledi.

salonun az ötesinde karanlığın içinde kıpırdanan kollar ve parmaklar
enerjilerini emdiriyordu sağım makinalarına
makinalar derin bir gürültüyle çalışıyor,
çalışanların gözlerinden gençliklerini emiyordu

Şef, ışığın da onu görebileceği şekilde salonun ortasına doğru yürüdü,
antik çağ filozoflarını kıskandıran bir söylev çekmeye başladı;
-sizler hamalsınız,
iyi bir hamal taşımalıdır, sahibi olmadığı ve yarar duymadığı şeyleri.
-daha çok ve daha sık taşımalısınız
sizin için mutluluk başka nedir ki ?

metal, pürüzlü bir tepsinin içinde yoğruluyor düşüncelerim,
her yanım acı içinde
kıllı, kalın parmaklı bir el eziyor bedenimi
acıyla yoğruldukça tat kazandığım söyleniyor


yumak yumak ellerde köfte gibi bir kalıba dökülüyor acılı benliğim
sıralandığım tepsiden sizlere bakıyorum
yaşam güzel diyorum, dilim dolandığınca
en çok da marulla ve rakıyla
afiyet olsun.


20 Ekim 2011 Perşembe

günde üç öğün tok karnına

karanlığın ortasında asılı duran bir ampül gibiyim. ne olursa altımda oluyor. ne ölürse altımda ölüyor. insanlığım aydınlık taş dibeklerde dövülüyor. tozlar yüzüme üfleniyor. burnumdan çekiyorum tozlu nefesi içime. nefes şeytani bir ruh oluyor.

karanlığın içinde sallanan pembe bir etim. ne oluyorsa bedenimde oluyor. sigara yanıkları, morluklar ve çürükler. kanlar damla damla kıçımdan akıyor.

Okunmuş gazetelerle kaplanmış bir dünya bu. doktor ilaçlarımı soruyor. odamı seviyorum diyorum herşeyden çok. orgazm taklidi yapmayan bir kadın gibi.
bir, ki ve üç ve tok karnına. erkek, kadın ve çocuk aşkına. bir, ki ve üç tok karnına. musa, isa ve muhammed aşkına

Kaptan sessizlik istiyor

yaşlı adam serçe parmağıyla buğulu cama anlamsız şekiller çiziyor

yanımdaki kadın benden neden ürküyor

bill de sabah sabah amma zikişiyor

bil'in et sesleriyle yankılanan evreninden sıyrılıp

otobüsün içinde yuvarlanıyorum.

kafamın içinde çıplak erkekler

gözlerimin kahverengi karanlığından dışarı bakıyorlar.

bugün izmir soğuk, camlar buğulu, kadınlar korkak, yaşlılar umutsuz

ve erkekler aç

kan emmek için güneşin batmasını beklemeyen sivrisinekler gibi

yaşlı adam serçe parmağını dudaklarına götürüyor, susun diyor.

kaptan sessizlik istiyor

kaptan geriye doğru ilerlememizi, telefonları kapatmamızı, yaşlılara yer vermemizi istiyor

sessizlik ağır geliyor, gözlerim çukurlarından içeri yuvarlanıyor

yaşlı adam gençliğimi değil gözlerimi istiyor.

İzleyiciler