14 Ağustos 2009 Cuma

arkadiyar

ve tanrı ona şöyle seslendi
cenneti mi istersin, cehennemi mi
cehennem diyorsan şu yoldan hiç sapmadan devam et
cennet istersen
işlemler için sıra numarası almalısın.

araf'ta işler bildik düzenle yürüyordu
ufak bir iyilik için bile bir dizi bürokratik işlemi yerine getirmen bekleniyordu
ve tabii ki herkesin isteği cennete girmekti.

cehennem hiçbir işlem gerektirmiyor gibi görünse de cennette şansını denemek istediğini biliyordu. Sıra mumarasının alındığı cihazdan çıkan kağıttan 3 milyon 696 bin 841'inci kişi olduğunu öğrendi. Dişlerinin arasından ıslık gibi bir küfür kaçırdı. Elini ağzıyla kapattı, etrafına baktı. kendi kendine kızdı. cennete girmek için kapısındayım ve küfür ediyorum. tövbe etti. bir daha küfür etmeyeceğine yemin bile edebilirdi ama etmedi.

Araf'ta işler ağır ilerliyordu.
geniş salonda milyonlarca umutsuz göz, hayali bir ufka dalmış sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu. sıcak, havasız salonda etrafına bakınıp tanıdık yüzler aramaya çalıştı. buranın öbür dünya olduğunu hatırlayıp elindeki kağıtla oynamaya devam etti. yeni ölenlerin açtığı kapı ve görevlilerin kağıt fışkıran dosyalarla dolu tekerlekli arabalarından başka hiçbir şey hareket etmiyor gibiydi. hareket edenler de gıcırdıyordu. sıkıldığını hissetmesine rağmen ne kadar zamanın geçtiğini de anlayamadı. arafta saat yoktu.

hayat boyu varlığından şüphe etmişti. yok dememişti, korkmuştu çünkü var olma ihtimalinden. 'varsa ve ben reddediyorsam bu kötü bir şey olur' demişti. gördüğü rüyanın bu kadar uzun sürmesi, bir türlü bitmek bilmemesiyle anlamaya başladı gerçekten öldüğünü. ve bu rüyada hayat boyu taşıdığı hiçbir şeye inanmama kibri nedense birden silinmiş, tanrıyla tanıştığına gönülden inanmıştı.

korkuyor muydu... öbür dünyada sandığından daha güzel gelişiyordu her şey. tanrı, seçeneğini sorarken bile yargılamıyor yalnızca isteğini soruyordu. üstün olan birinin konuşmasına benzemiyordu hiç, daha çok bir yol gösterici gibiydi. artık korkmadığından emin olarak elini çenesine koydu, yapılabilecek tek şey olan o kısa ve tatlı hayatını hatırlamaya çalıştı. başından geçenleri, özlediklerini, pişmanlıklarını... Çok sonraları bu durum için 'aslında işlemler o anda başlamıştı' diyecekti. Bir kaç kopuk anıda kaybolduktan, zaman zaman dağıldıktan sonra bunun böyle olmayacağını, hikayeye en baştan başlamak gerektiğini düşündü.

ilk hatırladığının ne olduğunu yaşadığı süre boyunca da hatırlamaya çalışmış, kavrulan bir yaz günü dut ağacının etrafında dönerken tele takılıp kafasını yere vurduğu o günden önce her hangi bir şey olup olmadığını sık sık sormuştu kendine. Olmadığını sanıyordu. Zaten bu anı bu hikayenin başlangıcı için yeterince ironik bir olayı aktarıyordu.

Ailesinden öğrendiğine göre dünyaya olması gerekenden geç gelmişti. Doktor üçüncü gün de gelmezse ameliyat demişti. Tehditle gelmişti bir nevi. Sessiz, zeka kıpırtısı vermeyen bir bebeklik sonrası kayıt makinası ilk kez kafanın zemine sertçe çarpmasıyla çalışmaya başlamıştı. Darbe olmasaydı başlar mıydı ? O belki aynı kişinin başka bir olasılık evreninde gerçekleşen hayatının hikayesi olabilirdi. Daha mı iyi olurdu ? Direk cennet olması bakımından şüphesiz iyi olurdu ama yaşam sonrası sonsuza kadar cennette olma ihtimali için hayat boyu cehennem kesinliğini yaşamak aptalca olurdu.

Elini çenesinden kaldırdığında kolunun uyuştuğunu hissetti, hala eli, kolu olan bir yaratık olmasına sevindi. dışarıya baktı, güneş görünmemesine rağmen gündüzdü. hiç bitmeyecek güne alışmaya çalışıyordu.

...dünya takvimiyle aylar geçti. en azından o öyle hissediyordu. her gün, başrolünü kendisinin oynadığı filmin sırasıyla tüm sahnelerini hatırlamaya çalışıyor, yönetmenin her sahnede aslında ne anlatmak istediğini yorumlamaya çabalıyordu. arafa geldiği ilk günlerdeki heyecanı yerini öfkeye bırakıyordu. Anlamsızdı. böyle bir öbür dünya anlamsızdı. cennet için sevap saydırmak, kendini hem sanık sandalyesine hem yargıç sandalyesine oturtmak anlamsızdı.

kafasının içinde dünyadayken cennet ve cehenmem fikirlerine güldüğü, dalga geçtiği sözler yankılanıyordu. bu nedenle buraya ilk geldiği gün kendini baştan kaybetmiş kabul etmiş, böyle bir gerçekliğin ortada olmasına da tepki göstermek için 'cennet mi kalsın, gerçek buysa ben cehenneme giderim' yanıtını vermeyi düşünmüştü. Yerinden kalktı, hızlı adımlarla gıcırdayan kapıyı sertçe iterek dışarıya çıktı. Elinde tuttuğu sıra numarası kağıdını yırtarak küçük parçalara ayırdı. Yalnızca son rakamın yani 1'in yazılı olduğu parçayı tutup cehenneme doğru yürümeye başladı.

Yol üzerinde pratik, şark kurnazı aklı tekrar konuşmaya başladı. cehennemin kesinlikle kötü bir yer olduğunu, orası nihai son gibi gözükse de bu sonun hemen gelmesinin gereksiz olduğunu, cennete gitmek için olmasa bile cehenneme mümkün olduğunca geç gitmek için arafa biraz daha sabretmek gerektiğini anlattı. ikna etti. geriye dönerek tekrar sıra numarası aldı. 2 milyon 461 bin 290 geldi. aldığı ilk sıra numarasının bundan daha büyük olduğunu gördü. önceki numarayı yırtıp yenisini alarak öne mi geçmişti.

tanrının arafta insanları sınamaya devam ettiğini, bu nedenle sabırla acılara dayanmaya çalışmak gerektiğini, sonunda mükafatın mutlak olduğuna kesinlikle inandığını söyleyen biriyle tanıştı. aslında çoğunluğun aynı dünyadaki gibi böyle düşündüğünü farketti. ona ikinci aldığı sıra numarasının neden ilkinden küçük olduğunu sordu. O da işlemlerin düzenli sırayla ilerlemediğini, henüz anlaşılamamış bir sıranın sözkonusu olduğunu, sıra numarası 1 olan bir kişinin bile 1 rakamına sıra gelene kadar beklemek durumunda olduğunu söyledi.
(devam edebilir ama etmeyebilir de)

1 yorum:

  1. bunun devam etmesi lazım...özellikle şu dünyaya tehditle gelmez mevzusu..derin mevzu..

    YanıtlaSil

İzleyiciler