(Şükrü Erbaş, Ömür Hanım ile dertleşirken düştü aklıma. Sonunu ise, istesem getirirdim. Ama az geldi yaşım, sindiremedim. Bazen belli bir sonu, konuşmak istemez insan, yeterince “ol”madığından. Birgün bir baktım, İsmet Özel noktayı koymuş bile...)
Ömür Hanımla Zaman Efendi;
Aynı pınardandı içtikleri,
Aynısıydı koşaradım geçtikleri yollar,
Ayak izleri, parmak izleri, yara izleri, hep aynı.
Uzun uzun sustukları ses,
Yerine varmayan sözleri bir.
Mesafeli bir ilişkiydi.
Elini tutmaya korkardı Ömür Hanım, Zaman Efendi'nin
İkisinin ortak korkusuydu alışmak.
Arkasından koşmaya çekinirdi Zaman Efendi, Ömür Hanım'ın
İkisi de bir an önce gitmek isterlerdi, kalmayı sevmezlerdi.
Günlerin soluğu tükenmişti.
İkisinin de, umutsuzdu misafirleri
Onların evinde,
Onlardan medet umar, onlardan dert yanarlardı
İkisini birbirinden ayrı göremez,
Acımasız, halden anlamaz, vefasız bulurlardı.
Önce Ömür Hanım anladı,
Ardından Zaman Efendi sezdi.
Yanyana dursalar da
Birbirlerine yetişemezlerdi.
Birlikte susup birlikte söylemenin
Ortak mutluluğun adını koymanın
Birbirine yetmenin
Anı yakalamanın vakti belliydi.
Su gibi..
Akıp geçmişlerdi.
Kimselere yaranamadan,
Hem en ulaşılmak istenen
Hem hep ertelenen olmaktan yorulmuşlardı.
Ömür Hanım, artık vakit gelsin istedi
Açıldı Zaman Efendi'ye.
"Daha değil" dedi Zaman Efendi,
Daha vakti var...
((.....en doğrusu son kertede iki insan
vakitsiz okunmuş bir ezandır
çünkü zaman
iki insan
ya da
hiç...
İsmet Özel))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder