3 Ekim 2009 Cumartesi

Tuz ruhu

firavunun yaşadığına yemin etmeye hazırım.
milat öncesinin afrika çöllerinde,
atom ötesinin amerikan kulelerinde değil,
doğu masallarında, borsa yorumlarında,
istihbarat raporlarında, manifestolarda da değil
tamamen şimdi ve burada.
homerosun diyarında
deniz gören evlerin balkonlarının açıldığı bu ıssız düzlükte


izmir'de homa dalyanını çevreleyen çamaltı tuzlasında kavurucu sıcakların son bulduğu eylül ayında, uzak ve fakir dağ köylerinden inen bini aşkın köylü, uçları törpülenmiş kürekleri ve türküleriyle denizin cenazesini kaldırır.
uzaklarda kalan kadınlarına ve çocuklarına özlemle rutubetten çürümüş yataklarından uyanıp umutla, küfürle ve terle gün boyu güneşin damıttığı tuzu topraktan yırtarlar

yemin etmeye hazırım
çünkü bir alamet gibidir deniz
tüm kutsal kitaplarda en az bir kez geçmiştir bilirsiniz
kan rengidir deniz ve
cennet kuşlarının kanatları altında toplanmıştır.

izmir'de kuş cennetiyle içiçe geçmiş bu tuzlada kahya çavuşların hayali kırbaçlarının emri altında binlerce köylü paslı vagonları tuzla doldurur. tahta setlerle ayrılmış uçsuz düzlükte ilkbahardan bu yana bekleyen deniz suyu, mavi ruhunu kızararak güneşe teslim eder.
suyun pembeleşmiş ölü eti, tuzdur. vagonlar güneş gibi hiç durmaz, boş gelir dolu döner, yüklerini güneşe doğru yükselen piramitlere götürür.

suya, güneşe ve tuza bakar
ilahi bir gücün olmaması çok zor der
kölenin firavunu ölümsüzdür

1 yorum:

  1. bir belgeselde başka ülkenin tuz işçilerine takılıyor gözüm. aynı tuz dağları, piramit sanki. işçiler de piramitin köleleri. bir uçtan bir uca geçip taşıdıkları tuzu her döktüklerinde büyüyor biraz daha beyaz piramit, yükseliyor.
    Vagonlar var, tuz taşıyor. Tuzlada da aynı mı bilmem ama değişmeyen birşey var o da tuz ve köleler...

    YanıtlaSil

İzleyiciler